31 Mart 2014 Pazartesi

6

Ali Zaoua öldü.

Kimse neden, nasıl, ne zaman diye sormadı.

Bir yıldızın gece gökyüzünde parıldayıp sönmesi kadar sürdü yok oluşu, ölümü o kadar aniydi.

Kimse cansız bedeninin yanında kanlar içinde kalan taşın onu öldürdüğünü düşünmedi.

Ve o sorgusuz sualsiz, habersiz göç etti adasına.

1 Mart 2014 Cumartesi

5

Adasında olmasını düşlediği esintiler tıpkı aşıkların ilk öpüşündeki gibi titretirdi içini; her ne kadar aşkı tatmamış olsa da annesinin kokusu olarak belirirdi zihninde "aşk". Kalbine küçük beyaz bir elin dokunmasının çoğu kez talihsiz olan tatlı gerginliğini tatmıştı hep. Bu onun için hafifmeşrep bir aşıkla yapılan suç ortaklığının onurlu bir adama verdiği acılı bir tatmin duygusundan öte olamamıştı. Şimdi bu kalp rahatsızlıklarını bir yana bırakırsa adasının şenliksiz ve prensi olduğu sokaklardaki gibi solgun olmasından korkmuyor değildi. Ancak o Ali Zaoua'ydı ve bu denli zayıflıklara onun sokaklarında yer yoktu-zavallının saygı duyulacak yücelikte özgüveni(!) çoğu soylulara meydan okuyabilecek nitelikteydi-.
Adası asla ne her gece mahkum olduğu sokaklar gibi sağır gürültülerle çevrili ne de bitip tükenmek bilmeyen kalabalık yalnızlıklarla dolu olacaktı. 
Nitekim öyle kör günler olurdu ki annesinin şefkatli sesini bile işitemezdi zihninde; işte hep bu zamanlar düşünce tohumlarını adasının derin, ıslak, verimli topraklarına ekerdi. 
Elbette bu tarlalara iki güneş gerekirdi, tıpkı adasındaki gibi.